2.9.08

Elveda yaz, hoşgeldin güz, hoşgeldin Ramazan, seni seviyorum aşkım.

Ve yaz bitti. Nasıl geçtiğini ne olduğunu bile anlamadan bitti. Yaza Olimpos'da elveda diyebilmiş insanların çok sanslı ve ayrıcalıklı insanlar olduğunu düşünürüm. Ben de onlardan biriyim. Kadir Abi'yle akşam serinliğinde voleybol oynadıktan sonra onun şen kahkalarının renklendirdiği o doyumsuz sohbetin içerisinde yer alabilmek, Yanartaş'da o ürpertici sessizliğin eşliğinde mangal yapabilmek, güneşin sıcaklığını, denizin tuzunu iliklere kadar hissedebilmek bir insanı diğerlerinden farklı yapmak için yeterli.

Ve hoşgeldin sonbahar. Bütün bu güzelliklerin bizleri seneye de beklediğini bilerek yaşamanın verdiği güç ve mutlulukların habercisi olarak geldin, hoşgeldin. Ne de güzel bir sürpriz yaptın, bu sene beraberinde Ramazan ayını da getirdin. Hoşgeldin Ramazan. Ve en önemlisi, güz ve Ramazan, sizler hiç beklemediğim bir anda hayatımın aşkını da getirdiniz.

Dün akşam, bir lokantada oturuyor ve topun atılmasını bekliyorken gördüm onu. Neşe ve huzur içinde iftarı bekleyen aileleri düşünüyor, yalnızlığıma lanetler okuyordum. Topun atılmasına yirmi dakika kalmıştı. Garson çorbamı, ızgara köftemi çoktan hazır etmişti. Ve birden o içeri girdi. Hayal mi görüyordum ben? Tam karşımdaki masaya oturup garsona işaret ettiği zaman ben çoktan anlamıştım hayatımın aşkını bulduğumu. Gözlerimi ondan alamıyordum, bunu o da farketmiş ve gözlerini bana dikmişti. Kaçırmak istiyordum bakışlarımı, yapamıyordum. Ne olacaksa olsundu artık, bütün riskleri alarak gülümsedim, Allah'ım o da bana gülümsedi. Tam o sırada garson geldi, mercimek çorbası ve kızartma istedi. Canım benim demek ki mercimek çorbasını seviyordu. Ona kendi ellerimle kızartmalar hazırlayacaktım.

Topun atılmasına yedi dakika kalmıştı. Gözlerimi ondan alamıyordum. Ve garson çorbasını getirdi. O da ne, bir anda çorbasını kaşıklamaya başladı. Evet, ciddi ciddi çorbasını içiyordu. Biz o kadar insan sabırsızlıkla topun atılmasını beklerken o hiçbir şey umrunda değilmişcesine karnını doyuruyordu. Sinirlenmeye başlamıştım. Ayağa kalktım "Ayıp olmuyor mu bayan!" diye bağırdım. Anlamsızca bana bakıyordu, o anlamsız bakışlarında bile beni etkileyen bir şeyler vardı. "Burada bu kadar insan orucuz, ayıp olmuyor mu?" dedim. O da ayağa kalktı, Allah'ım o ne endamdı öyle. "Beyefendi, burası laik ve özgür bir ülke, istediğim zaman istediğim gibi yerim içerim, size ne!" dedi. Ah benim oruç kafam, bir türlü yenemedim seni, her zaman olduğu gibi gene sen üstün çıktın ve ben gene kontrolümü kaybettim. "Siz bize bu saygısızlığı yapamazsınız diye, tabağımdaki ızgara köfteleri ona fırlatmaya başladım. İlk köfte yanağına geldi, o ne güzel yanaktı öyle elma gibi, ikinci köfte burnuna isabet etti, çizilmiş gibiydi burnu, üçüncü köfte dudaklarında patladı, o dudakları gördüğüm an dünyanın en güzel köyündeki kirazları tattığımı düşündüm. Diğer köfteler isabet etmemişti.

Sakince bana doğru yaklaştı ve bir tokat attı sol yanağıma. "Özür dilerim! Düşüncesizlik ettim!" dedi. "Asıl ben özür dilerim, sizi anlayışla karşılamam lazımdı!" dedim. Bana sarıldı, ona sarıldım. Tam o sırada top attı. Biz sarmaş dolaş bir haldeydik çok mutluyduk ve lokantadakiler de bu sahneyi mutlulukla alkışlıyorlardı. Hep birlikte neşe ve huzur içinde iftarımızı yaptık. Artık diğer insanların mutluluğunu düşünerek kahrolmama gerek yoktu. Hayatımın aşkını bulmuştum işte. Seni seviyorum aşkım.

No comments: